İskilipli Atıf Hoca

16.11.2013 16:23:00
İskilipli Atıf Hoca

Avrupalıyı hayran bırakan entelektüel:İskilipli Atıf Hoca


İnkılâp tarihine bakıldığında ilk göze çarpan din mazlumlarındandır Atıf Hoca. Şapka kurbanlarının ruhudur o. Bilinmeyen tarafı ise din adamlığını entelektüel birikimiyle yoğurması...

Mekke’den hicret etmiş, Hz. Ömer soyundan bir evliya zuhur eder Çorum’da. Arap Dede olarak bilinen bu evliya, Çorum’un her tarafında yıllarca tebliğ hizmetleriyle uğraşır. Çorum halkı tarafından sevilip sayılır. Yıllar sonra bu evliyanın kendi soyundan da bir âlim dünyaya gelecektir: İskilipli Atıf Hoca.

1876 senesinde İskilip’in Toyhane köyünde doğar Muhammed Atıf. Henüz altı aylıkken annesi Nazlı Hanım’ı kaybeder. Dedesi ve babaannesi himayesine alır küçük Atıf’ı. İlkokul çağlarında hafız olan Atıf, 1891 yılında Caca Bey Medresesi’nde birçok büyük eseri bitirir. İlmiyle çevresini kendisine hayran bırakmaya başladığı dönemde yaşı daha 16’dır.

Bu arada babası Mehmet Ali Ağa’yla arasında bir mesele geçer. Genç Atıf, İskilip’te Ayşe isimli bir kıza gönlünü kaptırmıştır. Babasına evlenmek istediğini söyler. Fakat Ayşe, babasının ihtilaflı olduğu bir ailenin kızıdır. Dolayısıyla bu evliliğe onay vermez. Bu duruma içerler ve babasına tepki olarak köyü terk eder.

Köyünden ayrıldığı 1894 senesinde İstanbul Fatih semtindeki akrabası Müderris Mehmed Efendi’nin yanına gelir. Ünlü Fatih Medresesi’ne kaydolur. Hem çalışır hem okur. Dargın olarak ayrıldığı babasından gelen ve köye çağıran memleket mektuplarını yıllarca hiç açmaz. 25 yaşına geldiğinde gönlünü kırdığı babasından özür dilemek için köye döner. Babası ve akrabalarıyla hasret giderir. Köye yeni bir cami yapılması için de altın bırakır.

‘SAYENİZDE JAPONYA FETHOLUNURDU’

Yıl 1904. 28 yaşındaki genç Atıf, arkadaşlarının vesilesiyle tanıştığı Safranbolulu Fatma Zahide Hanım’la evlenir. Laleli semtine yerleşir. Bir yıl sonra Ayşe Melahat adını verdikleri bir kızları olur. İlahiyat okurken, Kabataş Lisesi’nde de Arapça dersleri verir. 1905 yılında da Fatih Camii’nde Dersiâm yani müderris olarak kürsüye çıkar.

1919’da ise günümüz YÖK başkanlığına muadil İbtidai Dâhil Medresesi umum müdürü olur. Büyük yenilikler yaptığı medrese artık örnek olarak nam salar. Bir gün Amerikan elçiliğinden bir grup Atıf Hoca’yı ziyarete gelir, İslâmiyet hakkında konuşurlar. Gruptan yaşlı bir Amerikalı Atıf Hoca’ya şöyle der: “Keşke genç olsaydım da talebeniz sıfatıyla yanınızda kalsaydım, sizden feyzalsaydım.” İtalyan bir bilgin ise uzun sohbetler sonunda şunları söyler: “Ben Arap ve Hind illerini gezdim ve birçok din âlimiyle görüştüm. Hiçbiri beni sizin kadar doyuramadı. Yıllardır fikrimi harmanlayan en karışık ve girift meseleleri siz çözdünüz.” Dönemin Japonya Büyükelçisi Baron Uşida ise resmî ziyaretler için geldiği İstanbul’da ilk olarak şöhretini duyduğu Atıf Hoca’yı ziyaret eder. Sohbetin sonunda, “Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydı İslâmiyet bütün Doğu’yu, bu arada da Japonya’yı fethederdi.” ifadelerini kullanır. Fransa’da oryantalistlerin yayınladığı bir dergi ise yüksek telif ücreti karşılığında İslâmiyet’e ait yazılar ister.

Bir akşam Yıldız Sarayı’nda Sultan Vahdettin’in iftar sofrasının konuğudur Atıf Hoca. Çatal-bıçağı Avrupalı gibi kullanan Atıf Hoca, Sultan’ın dikkatini çeker. Sarıklı bir âlimin bu nezaketine şaşırır ve şöyle der: “Sizi tebrik ederim Hocaefendi Hazretleri. Çatal-bıçak kullanmaktaki zarif ve hâkim edanızı pek beğendim. Hâlbuki çatal-bıçakla yemek yemeyi günah sayanlar bile var.” Atıf Hoca, tebessümle şu cevabı verir: “Hayır, Şevketmaab. Bu işte hiçbir günah yoktur. Peygamber Efendimiz, çatalın prensibini ortaya koyan ucu tırtıllı bir dal parçasıyla da yemek yedikleri gibi, kendilerinden sonra icat edilen temizlik vasıtaları ve faydalı âletlerin kullanılmasında da hiçbir dinî engel düşünülemez!”

Atıf Hoca, İstanbul’un kalemşörleriyle de bir araya gelir sık sık. Sebilürreşat mecmuasında Bediüzzaman, Mehmet Âkif, Eşref Edip ve Ali Şükrü ile birlikte aktüel yazılar yazar.  Atıf Hoca’yı çok seven Mehmet Akif, ilmini, gayretini ve ahlakını hep takdir eder. Her ayrılışta “Biraderim” diyerek kucaklar, alnından öperek yolcu eder.

Hayatı boyunca 9 eser kaleme alır Atıf Hoca. Gençleri aydınlatan eserleri kitapçılarda yok satar. En son 1924’te kendisini darağacına gönderen Frenk Mukallitliği’ni yazar. Kitap için Maarif Vekâleti’nden yani Milli Eğitim Bakanlığı’ndan izin alır. Hatta iznin yanında takdirkâr bir yazı da gönderilir. Bu kitapçık, aşağılık kompleksi ve özentiyle başlayan Avrupa taklitçiliğiyle batılılaşmayı eleştirir.

SUÇU HALİS DİNDAR OLMAK!

25 Kasım 1925’te ilan edilen Şapka ve Kıyafet Kanunu, halkın kılık ve kıyafetini Batı ülkelerine uygun hale getirmeyi amaçlıyordu. Buna karşı gelenler ise vatan hainliği ve isyan suçuyla İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanıyordu. Temyiz hakkı olmayan mahkemelerdeki yargıçlar, hiçbir kanuna bağlı kalmadan tamamen kendi vicdani kanaatleri ile karar veriyordu.

İskilipli Atıf Hoca da 7 Aralık 1925’te İstanbul Laleli’deki evinde tutuklanır. Ankara İstiklal Mahkemesi’ne havale edilir. Eşi ve kızını bir daha göremez. Üç duruşmaya çıkar. Hepsinde de mahkeme hâkimi Kel Ali lakaplı Ali Çetinkaya’nın hakaret ve tehdit eden evrensel hukuk normlarına aykırı davranışlarıyla karşılaşır. Bir duruşmada Atıf Hoca’ya, “Fesini çıkar, şapka tak. İkisi de başı örtüyor. İkisi de aynı malzemeden yapılıyor. Ne fark eder?” deyince, yapılan bu yanlış kıyaslama için hâkim kürsüsünün arkasındaki Türk bayrağını işaret eder ve şu cevabı verir: “Arkanızda asılı olan Türk bayrağını çıkarıp, İngiliz bayrağını asın. İkisi de aynı çarşaftan yapılıyor. Ne fark eder?”

Frenk Mukallitliği kitabı, Şapka Kanunu çıkmadan 18 ay önce yazılmış ve kanundan sonra da toplatılmıştı. Necip Fazıl, mahkemenin tavrını şöyle anlatır: “Atıf Hoca’nın mahkûm edilmesi için delil, vesika, itham unsuru diye bir şeye ihtiyaç yoktur ve o mübarek adam, kendisiyle, hüviyetiyle ve şahsiyetiyle evvelden hükümlüdür. Mahkemenin, ‘Halis dindar olmak kabahati yüzünden asılacaksın!’ demekten başka çaresi yoktu.”

‘NEDEN BİZE KAVUŞMAYI ERTELİYORSUN?’

Atıf Hoca, 3 Şubat 1926 tarihinin gecesinde dört sayfalık son savunmasını hazırlar. Ertesi gün yapılacak duruşma karar anıdır. Rivayete göre ranzaya yaslandığında Peygamber Efendimiz’i (sas) rüyasında görür. Resûlullah’ın “Atıf, neden bize kavuşmayı erteliyorsun?” hitabıyla uyanır. Hemen savunmasını yırtıp atar. Fethullah Gülen Hocaefendi, İrşad Ekseni kitabında bu sahneyle ilgili şunları söyler: “O günkü mahkemede Atıf Efendi’nin idamına hüküm verilir ama o derin bir huzur içindedir ve idam fermanını gülerek karşılar. Altına böyle bir Burak çekilen insan niye sevinmesin ki! Doğru bildiği yolda yürüyen, her adımda Allah ve Resulü’nün teveccühlerini yakaladığına inanan niye huzur içinde olmasın ki! Böyle bir kahramanı öldürebilirler. Ancak asla mağlup edemezler.”

Ertesi gün yapılan son duruşmada ise mahkeme başkanı, müdafaasını isteyince Atıf Hoca, “Hacet yok efendim. Müdafaaya gerek bir suçum olmadığı esasen ortaya çıkmıştır. Vicdanınızın vereceği hükme intizar ediyorum.” der.

Dört gün içine sıkıştırılan dört duruşmadan sonra Atıf Hoca, 4 Şubat 1926’da eski meclisin önünde Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi ile birlikte asılarak idam edilir. Kimsesizler mezarlığına defnedilir ve kabri ailesinden saklanır. İdamından sonra Atıf Hoca’nın yakınları da baskı altında tutulur. Yıllarca resmî platformlarda İskilipli Atıf Hoca’nın adını bile ağızlarına alamaz, birçoğu köylerini terk eder.

2009 yılına gelindiğinde Atıf Hoca’nın kabri, eski Hatay Milletvekili Mehmet Sılay tarafından bulunur. İdamından sonra kılınmayan cenaze namazı 82 yıl sonra kılınır. Naaşı da memleketine defnedilir. Atıf Hoca gibi yüzlerce insanın idamına, binlerce insanın sürgününe sebep olan şapka kanunu ise hâlâ yürürlükte… 


Ayşe Altunköprü




Atıf Hoca’nın kabri, 2009’da eski Hatay Milletvekili Mehmet Sılay tarafından bulunur. İdamından sonra kılınmayan cenaze namazı 82 yıl sonra eda edilir. Naaşı, memleketi Çorum-iskilip’te yapılan anıt mezara defnedilir.



Kaynak: http://yenibahardergisi.com/
, Yeni Bahar dergisi, Sayı:136