Urfa Hatıraları

28.01.2015 21:31:00
Urfa Hatıraları

 










Urfa Hatıraları-1

Kış günüydü.

Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Sanki gök yarılmış su oluk oluk akıyordu. Nasıl derler; “bardaktan boşalırcasına!” yağmur damlaları beton zemine birer balyoz darbesi gibi iniyordu. Toprak can havliyle konan damlaları büyük bir iştahla emiyordu.

Herkes okuldan gelmişti. Sekiz kişi bir evde kalıyorduk. Ev dediğim bir binanın bodrum katıydı. Evimiz mütevaziydi. Zeminde kilim serili, duvar diplerinde yer minderleri, hasırdan yastıklar ortada birkaç rahle. Evim tüm araç gereçleri bu kadardı. Eve geniş bir holden girilirdi. İki odayla evimiz tamamlanıyordu. Küçük bir mutfak evin aksesuarı gibi duruyordu.

Zaman solgun bir yılan gibi süzülüyordu. Örümüzden günleri çalarak. biz ise hiçbir şeyin farkında değildik. Hayatın zorlukları, sabırlı olmayı, hoşgörülü olmayı bir kenara bırakmıştık zannımca. Astığımız astık, kestiğimiz kesikti. Tavizsiz bir yaşam arzuluyorduk. Değerlerimiz her şeyimizdi bu noktada haklıydık. Ama haklılığımızı zaman içinde yerine ve zamanına göre değerlendiremiyorduk. Belki de en büyük eksikliğimiz buydu. Dış sese de kulaklarımız tıkalıydı. Toyluk başa belaydı belki de. Su akar yatağını bulur misali yıllar içinde aşırılık yerini dinginliğe bıraktı.

Herkes yemeğin etrafında, yer sofrasında  toplanmıştı.

Yemeğimiz, genelde ortada tepside olur herkes bu tepsiden nasiplenirdi. O akşamki yemeğimiz patates düzmeydi.

Hey gidi günler hey! yaramaz çocuğun top etrafında koşması gibi bir o yana bir bu yana sallandık durduk. Karanlık odaklar hep hesap peşinde koşa durdu oysa. Kucağımıza topu verip bizleri oyalarken kendileri malı toplayıp götürdüler. Zalimlerin tezgahı o kadar başarılıydı ki kimi zaman sonra bu çarka kapılanlar aramızdan bir kuş misali uçup gittiler. Geriye kalanlar yalın ayak, başı dik gönlü zengin bir şekilde gelecekten medet umarak el açıp duaya durdular. Kuru ve yaş bir arada yandı yanacak!.. Heyhat!.. sofralar kurulur en sondan başa geçilir.

Bunun için derin bir tepsiye enlemesine doğradığımız patatesleri dizer, araya kıyma, salça ve baharat ekler tepsiyi mahalle fırınına gönderirdik, pişirmek için. Bazen kıyma yerine yumurta da kullandığımız oluyordu. Odun fırınında aheste aheste pişerdi yemekler.

Urfa’da o yıllarda evlerde fırında nadiren yemek pişerdi. Neredeyse her binanın altında fırınlar vardı. Bu fırınlar ekmekle birlikte ahalinin yemeklerinin pişirildiği mekanlardı aynı zamanda. Sabahları patlıcan, biber, soğan, domates közlemek vazgeçilmez unsurlardandı Urfalılar için. Akşamları lahmacun, patlıcan kebabı mönüyü tamamlayan ana unsurlardı.

Yemeğin başına en son ben oturdum. Oturur oturmaz karşımda Murat’ın oturduğunu görünce bir kahkaha attım ki herkes durup bana baktı. Ne oluyor der gibi bakışlar üzerimde gezindi. Ben kendimi toparlamaya çalıştım, ama ne mümkün bir kere gülme krizi gelmişti değil bakışlar dünya gelse beni engelleyemezdi.

İsmail abi hemen atıldı:

-Ben anladım dedi, ne olduğunu. Murat espıri yapmıştır.

Oradakiler hep bir ağızdan:

-Hayır, biz bir şey duymadık. Murat espıri yapsaydı biz de duyardık. Bunda başka bir iş vardır, dediler.

İsmail abi:

-O, dün espıri yapmıştır. Çünkü Murat’ın espırileri bir gün sonra anlaşılır da ondan. Sait kardeşimiz de yeni anladığı için gülmekte, dedi.

Kahkaha tufanı koptu.

Kaşıklar yere atıldı. Herkes geri çekildi, gülme krizine girmiştiler, Murat hariç.Murat,

hiçbir şey olmamış gibi  duruyordu. Kaşığı elinde, yüzünde hafif tebessümle herkesin sofraya dönmesini bekliyordu.

Sofraya dönüşler gecikince sabrı taştı; yine duruşundan bir şey kaybetmeden:

-Eee hadi ama yemek soğuyacak. Vallahi yerim ha!

Kahkaha tufanı bir kez daha koptu.

Bedran Yoldaş