Halid Ağırkan Hoca ile Söyleşi

18.09.2013 10:39:00
Halid Ağırkan Hoca ile Söyleşi

MEDİNE’DE BİR NİĞDE EVLADI
HALİD AĞIRKAN HOCA

Halid Ağırkan kimdir? 1945 yılında Niğde merkez Gümüşler Kasabasında doğdu. İlkokulu doğduğu kasabada bitirdi, ortaokulu Şam’da okudu. Ortaokuldan sonra Mısır’a giderek Kahire’de beş yıllık lise tahsilini üç yılda tamamlayarak, ‘Ezher’ İlahiyat ve Kanun Fakültesi’ne kaydoldu. O dönemin Kahire Konsolosluğu ile yurda dönmesi yönünde sorunlar yaşandı. Yapılan baskılar sonucu tahsilini yarıda bırakarak. Türkiye‘ye dönmek zorunda kaldı. Bu arada ‘’Bağdat İlahiyat Fakültesine yatay geçiş yaptırdı. Üniversite tahsilini 1971 yılında Bağdat’ta tamamladı.

Ülkeye dönerek görev almak üzere milli eğitim bakanlığına başvurduğunda; ülkeler arası denklik ve kültür antlaşması olmasına rağmen, başvurusu reddedildi. Gerekçe olarak ise üniversite öncesi öğreniminin Türkiye’de yapılması gerektiği gösterildi. Bu nedenle yeniden ortaokul ve lise bitirmek zorunda kaldı.

Bakanlığa yeniden başvuruda bulundu ve 1975 yılında öğretmen olarak Niğde İmam Hatip Lisesine atandı. Bilgi ve birikimlerini öğrencilerine anlatmak için yüreğinde büyük bir arzu vardı. Ancak 1980 darbesi ile gözaltına alındı, on gün sonra serbest bırakıldı. Lakin dini propaganda yapıyor diye fişlenerek takibe alındı. Evinde aramalar yapıldı. Baskılara maruz kaldı. Biraz da bu olaylar nedeniyle görevinden istifa ederek 1983 yılında Medine’ye hicret etti. Halen Medine’de hayatını devam ettirmektedir.

Halid AĞIRKAN Hoca’nın çocukluğundan başlayarak tahsil hayatını; bu çerçevede karşılaştığı zorluk ve sıkıntıları; Suriye, Mısır ve Irak’ta görüp şahid olduğu olayları anlatan bir de kitabı vardır. Bu eser, 2006 yılında basılmış ve “Garip” adını taşımaktadır. “Garip” kitabı Halid Hoca’nın bir ömür ne denli çetin zorluklarla tek başına mücadelesinin yanında; onun duygusal yönlerini de ortaya koymakta, adeta bir film şeridi gibi gözler önüne sermektedir.

Umre ziyareti amacıyla geçtiğimiz yıl (2012) Arabistan’a gittiğimizde Halid Hoca’yı Medine’de ziyaret ettik. Kendisi zaten her yıl Niğde’den Hac ve Umre’ye gelen hacılarla fedakârca ilgilenmekte; her konuda onlara rehberlik etmektedir. Kendisinden kutsal yerlerle ilgili bilgi ve tecrübesinden istifade etmek amacıyla bir sohbet talebinde bulunduk. Bizi kırmayarak talebimizi kabul etti. Aşağıda hem “Garip” kitabı, hem de Medine ile ilgili yaptığımız konuşmadan bölümler sunacağız.

Mehmet BAHSİ: Önce kitabınızla ilgili sormak istiyorum; kitabın ismi neden “Garip” ?

Halid AĞIRKAN: Kitapta anlattım: Şu ana kadar ki hayatımın yüzde doksanı memleketimden ve yakınlarımdan uzakta, yurt dışında geçti. Elbet bu ayrılığın ve gurbetliğin acısını çok çektim. Bundan dolayı kendimi hep yalnız ve garip hissettim. Kitaba da “Garip” adını koydum. Zaten orada çocukluktan itibaren bir gariplik hikâyesi okuyacaksınız.

M.BAHSİ: Daha ilkokulda iken içinize bir Şam sevdası düşüyor, bu nereden kaynaklandı?

H.AĞIRKAN: Bunun nedenini tam olarak ben de bilmiyorum. O yıllarda Şam ve Kahire radyolarını dinlerdim, bu çok hoşuma giderdi, Arapça bilmediğim halde bana zevk verirdi. Henüz ilkokuldayken içimde yoğun bir dini hissiyat vardı. Tabii bunda babamın ve dedemin din adamı olarak yetişmiş olmaları, bizlere de çocukluğumuzdan itibaren dini sevdirmiş olmalarının payı vardır. Bu duygular benim aklımı Şam’da tahsil görmeye yönlendiriyordu.

M.BAHSİ: Babanızdan söz açılmışken bir rüyanız var, kitapta geçiyor. O rüyadan bayağı bir etkilendiğiniz anlaşılıyor.

H.AĞIRKAN: Evet o rüya benim hayat boyu etkilendiğim ve duygulandığım bir rüya oldu. Kitapta da anlattığım gibi bizim Gümüşler Kasabasında kayalıklar vardır. Rüyamda tüm kasaba halkı o kayalıklara çıkmış, en önde babam duruyor, ben ise birkaç arkadaşla aşağıdayız. Sokak ta oynuyoruz. Babam yukarıdan; Halid Rabbin kim, Peygamberin kim, kitabın nedir? diye sesleniyor. Ben iki soruya cevap veriyorum, üçüncü soruyu bilemiyorum. Uyandığım zaman içimde hoş ve tatlı bir sevinç hissetmiştim, heyecanla babama anlatmaya başladım. Babacığımın nurlu yüzü sanki daha aydınlandı ve tebessümle beni bağrına basarak , “Evladım bu çok güzel bir rüyadır, sakın hiç kimseye anlatma” diye tembihledi. Rüyadan sonra Şam’a ya da Mısır’a giderek öğrenim görme arzusu içimde daha da büyüdü.  Ama o zamanlar 13-14 yaşlarında bir çocuktum, kasabadan dışarı bile çıkmamıştım. Şam, Kahire nerde dense bilecek durumda değildim.

M.BAHSİ: Çok zaman geçmiştir ama o yıllarda kasabanın durumu, halkın yaşantısı, ekonomik halleri nasıldı?

H.AĞIRKAN: O yıllar 2. Dünya savaşı sonrası yıllardı. Savaşın etkisiyle her yerde yokluk ve kıtlık devri yaşanıyordu. Kasaba halkı genellikle hayvancılıkla uğraşırdı. Yeni yeni bağ bahçe yetiştiriliyordu. Elma çok kıymetli idi. Mesela şunu hatırlıyorum, etin kilosu 2 liraya elmanın kilosu 5 liraya satılıyordu

M.BAHSİ: Şam’a gidiş süreci nasıl başladı, fiilen ne zaman gittiniz?

H.AĞIRKAN: Benim yurt dışında okuma hevesime karşı babam kesin bir tavır koymuyordu. İlkokul bittikten sonra bir yıl hafızlığa devam ettim. Kuran-ı Kerim’in yarısını ezberledim. Bizim kasabadan Şam’da okuyan Ahmet BORAN adında bir arkadaş vardı. İzine geldiği zaman görüşüyorduk. 1962 yılı Hac sezonunda kasabamızdan hacca gidenler dönüşte Şam’a uğrayıp Ahmet BORAN ile görüşüyorlar. Ahmet BORAN onlarla bir mektup gönderiyor ve benim bir an önce tahsil için Şam’a gelmemi bildiriyordu. Babam mektubu okuyunca yüzü ışıdı ve ‘Evet beklenen yolculuk anı gelmiştir’ diyerek Şam’da okumamla ilgili razılığını izhar eylemiş oldu. O an ben o kadar sevindim ki sanki dünyalar benim olmuştu.

Sonrası bir sürü hikâye…  Emniyet yaşımın küçük olması nedeniyle pasaport vermeyince, biz kaçak yollardan Şam’a gidiş imkânlarını araştırmaya başladık. Neticede Kilis’te bir tanıdık bulundu ve onun vasıtasıyla kaçak olarak Şam’a vasıl olduk.

M.BAHSİ: Hocam, Şam güzel bir şehir denilir. Hatta İbn-i Haldun’un Mukaddime’sinde de Şam’dan ve insanların güzelliğinden övgüyle bahsedilir. Sizin ilk gördüğünüz anda ki izlenimleriniz nasıl olmuştu?

H.AĞIRKAN: Şüphesiz Şam çok güzel bir şehirdir. Halep’ten bindiğimiz otobüsümüz öğleden sonra Şam ‘a varmıştı. Şam ‘ın daha dış mahallelerine yaklaştığımızda hayallerimi süsleyen bağlar bahçeler ve yeşillikler beni cezp etmişti. Görür görmez sevmiştim. Şam uleması çok değerli, âlim ve fazıl insanlardı. Bizlere her konuda fedakârlıktan kaçınmıyorlar, her hususta severek yardımcı oluyorlardı. Yaptıkları derslerle ilgili herhangi bir ücret de almıyorlardı. Allah onlardan razı olsun, rahmet eylesin. O yıllarda Şam maddi yönden de bolluk içinde, aynı zamanda huzur ve güven dolu bir şehirdi.

M.BAHSİ: Galiba Şam’da öğrenciliğiniz sırasında Türkiye’den gelen hac kafilesine katılarak hacca gitmiştiniz, ondan bahseder misiniz?

H.AĞIRKAN: Evet 1964 yıllarının kış aylarıydı. Nerdeyse bir otobüs dolusu kasabamız hacıları Şam’a gelip beni buldular, ben de onlara katılarak ilk defa hac farizasını yerine getirdim. Suriye-Ürdün üzeri karayoluyla Medine’ye ulaşılıyordu. Yollar oldukça müşkül idi. Ürdün Medine arası 50 kilometrelik bir mesafeyi 2 günde ancak gidebilmiştik. Otobüsler çölde kuma saplanıp kalıyorlar, tekrar hareket ettirmek için tekerlerin önüne kalaslar seriliyor, hacılar otobüsü iterek kumdan çıkmasını sağlıyordu. Medine o dönemde kerpiç evlerden müteşekkil küçük bir şehir idi. Ahalinin geçim kaynağı hurma ve hacılardan elde edilecek gelirden ibaretti. Medine sokaklarında ot yerine kâğıt yiyen çok sayıda keçiler göze çarpardı.

M.BAHSİ: Hocam, söz buraya gelmişken, Medine’yi anlatır mısınız? Medine’ye hicretten başlayalım. Medine’ye ya da Arabistan’a gelmek fiilen ne zaman gerçekleşti?

H.AĞIRKAN: Şam’da ortaokul dönemi bitince lise ve üniversite okumak üzere Kahire’ye giderek liseye kaydoldum,5 yıllık lise bölümünü elhamdülillah 2 yılda tamamlayarak Ezher Üniversitesinin ilahiyat ve kanun bölümüne kaydoldum. Daha önce de ifade edildiği üzere konsoloslukla yaşadığımız sorunlar yüzünden, Bağdat ilahiyat ve edebiyat fakültesine yatay geçiş yaparak, üniversite tahsilimi orada tamamladım.

Sene 1971, memlekete dönüp görev almak istedim. Lakin Milli Eğitim Bakanlığı ülkemizin Irak’la kültür antlaşması olmasına rağmen üniversite öncesi klasik lise okumamız gerektiğini öne sürerek başvurumuzu kabul etmedi. Benim gibi birçok arkadaş maalesef geri çevrildi, mağdur edildi. Biz azmettik, dışarıdan derslere girerek hem ortaokul hem de liseyi yeniden bitirdik. Ama bu dört yılımıza mal oldu. Yıl 1975 yeniden görev almak üzere müracaat ettik. Artık bahane kalmamıştı. Niğde İmam Hatip Lisesi’ne atamam yapıldı. Çok sevinçliydim. Edindiğim bilgi ve birikimleri kendi memleketimizin çocuklarına anlatmaktan büyük zevk ve heyecan duyuyordum. Ancak 12 Eylül 1980 darbesiyle her şey değişti. Her yerde olduğu gibi Niğde şehrinde de bazı arkadaşlarla birlikte beni de gözaltına aldılar. 10 günlük gözaltı süresini müteakip serbest bırakıldım. Darbeden biz de bu şekilde nasibimizi almış olduk. Serbest bırakılmama rağmen evimde aramalar yapıldı. Sık sık takip edildim ve fişlenerek baskıya maruz bırakıldım. Biraz da bu olayların etkisiyle Medine’ye hicret etmek aklımdan geçmeye başladı. Bir firmaya başvurdum. Yaptığımız görüşmeler neticesinde anlaşarak 24 Nisan 1983 yılında Arabistan’a geldim. Önce Arabistan’ın orta kesimlerinde bulunan UNEYZE şehrinde göreve başladım. Çok şükür 27 yıldır buradayız. Huzur ve güven içindeyiz. Allah Resulüne komşu olarak yaşıyoruz. Bundan daha büyük mutluluk olamaz diyorum.

M.BAHSİ: Kendinizi şanslı sayıyor musunuz?

H.AĞRKAN: Elbette… Medine’de Peygamber Efendimize komşu olarak yaşamaktan daha büyük bir şans olabilir mi !..

M.BAHSİ: Efendim burada ne gibi hizmetlerde bulunuyorsunuz? Dini hizmetlerin dışında neler yapıyorsunuz?

H.AĞIRKAN: Biraz önce ifade ettiğim gibi, ilk yıllarda bir şirkette çalıştım. Daha sonra prenslerden birinin kefaletiyle tercüman ve hukuk müşaviri olarak görev aldım. Aynı zamanda Türkiye konsolosluğumuzun da yeminli müşavirliğini yapmaktayım.

M.BAHSİ: Hocam Medine ve Mescid-i Nebeviyi anlatmanızı istirham edelim.

H.AĞIRKAN: Medine’ye ilk geldiğimiz yıllarda Mescid-i Nebevi’nin etrafındaki evler ve oteller istimlâk edilerek birer birer yıkılıyordu. Mescidin yenilenmesine yönelik bu inşai faaliyetler 1994 yılına kadar sürdü. Yapılan genişletme çalışmaları sonunda şu an için Mescid-i Nebevi’nin kapalı kısmında 250 bin, teras katta 150 bin, avluda 400 bin kişi olmak üzere, toplamda 800 bin kişi namaz kılabilmektedir. Yine bu çalışmalar kapsamında eskiden mevcut 4 minareye, 6 adet daha eklenerek minare sayısı 10’a çıkarılmıştır. Mescidin 91 adet kapısı bulunmaktadır. Ayrıca Mescidin altına ‘U’ şeklinde iki katlı ve 8 bin kapasiteli bir otopark yapılmıştır.

M.BAHSİ: Hocam Mescid-i Nebevi’nin faziletlerinden bahseder misiniz?

H.AĞIRKAN: Bilindiği üzere Allah’ın sevgilisi, insanlığın önderi Hz.Peygamber(sav) mescidin içinde medfun bulunmaktadır. Allah Resulunün kabri ile minber arasındaki bölüme Ravza-i  Mutahhara denilir ve Mescidi  Nebevinin en makbul yeri kabul edilir. Nitekim efendimiz ‘Kabrimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir’ buyurmuşlardır. Bundan dolayı Ravza-i Mutahhara’da namaz kılmak cennette namaz kılmak gibidir.

Yine Resulullah efendimizin bir hadisi şerifini nakledeyim; "Beni vefatımdan sonra ziyaret edenler hayatta iken ziyaret etmiş gibidir. Her kim huzuruma gelip selam verirse ben de ona ‘Aleykümselâm’ derim,  Allah ruhumu cesedime iade eder’buyurmuştur.

M.BAHSİ: Medine’de önemli ziyaret yerlerini anlatır mısınız?

H.AĞIRKAN: Medine-i Münevvere’de ziyaret edilmesi gerekli yerlerin başında Cennetü’l Baki kabristanlığı gelir. Peygamber Efendimiz zamanından beri bu kabristanlık mevcuttur. Peygamberimizin eşleri (Hz Hatice hariç), kızları, oğlu İbrahim, sütannesi Hz Halime, 3.Halife Hz.Osman, halaları, amcası Hz.abbas, torunu Hz. Hasan, Zeynel Abidin, Muhammed Bakır ve Cafer-i Sadık burada yatmaktadırlar. Ayrıca Sahabe-i Kiramdan 10 bin kişide yine Cennetül Bakide medfun bulunmaktadır. Halen Medine de vefat eden herkes, kim olursa olsun buraya defnedilir.

 Medine’ye gelen hacı kardeşlerimizin ziyaret etmeleri gerekli, bir diğer mekan Uhut Şehitliğidir. Uhut savaşı İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir. Müslümanlar burada 70 şehit vermişerdir. Bu savaş, Medinenin Kuzeyinde Uhut Dağı eteklerinde ceyran ettiği için bu adı almıştır. Sırası gelmişken Uhut Dağıyla ilgili Peygamberimizin bir hadisini zikredelim: ‘Uhut dağı cennet dağlarından bir dağdır. Uhut bizi,  biz Uhut’u severiz’ buyurulmuştur. Bir başka hadiste ise; ’Uhut’a bakmak göz burunu artırır’ buyurulmaktadır.  Uhut 8 km uzunluğunda, 1 km eninde olup Medine’nin en yüksek dağıdır.

M.BAHSİ: Hocam Uhut şehitliğinde ve Cennet’ül Baki Kabistanlığında bazen çok güzel kokular hissedildiği söyleniyor;  bu doğru mu?

H.AĞIRKAN: Doğrudur, ancak o kokuyu herkes değil ehil olanlar hisseder.

M.BAHSİ: Başka ziyaret yerlerini söyleyecek misiniz?

H.AĞIRKAN: Tabii, bitmedi. Hendek savaşının yapıldığı yerde Yedi Mescitler, Mescid-i Kıbleteyn (iki kıbleli mescit) ve Kuba Mescidi önemli ziyaret yerleridir. Buralar hakkında detaylıca bilgiler vardır ama biz onlara girmeyelim. Ancak şunu ifade edeyim: Kuba Mescidi manevi fazilet yönünden dördüncü sırada yer alır. Allah Resulü Mekke’den Medine’ye hicret ederken 14 günlük bir yolculuktan sonra Kuba’ya gelirler ve orada konaklarlar. Kuba o zamanlar Medine yakınlarında küçük bir köydür, efendimizin talimatlarıyla şimdiki Kuba Mescidinin bulunduğu yere ilk mescit yapılır. Bu aynı zamanda İslam tarihindeki ilk inşa edilmiş mescittir. Manevi yönden 4.sırada dedik. Bu hususu biraz açalım: Kabede kılınan bir namaz başka yerde kılınan yüz bin namaza bedeldir, sonra Mescidi Nebide kılınan namaz başka yerde kılınan 1000 rekât namaza bedeldir, Mescid-i Aksa’da kılınan ise 500 rekâta bedeldir. Kuba Mescidi’nde kılınan iki rekât namaz ise bir umre sevabına bedeldir.

M.BAHSİ: Medine halkının sanki iki hususta temayüz ettiğini gözlemliyoruz. Birincisi Mescid-i Nebevi’ye ve namaza düşkünlükleri… Çoluk çocuk tüm ahali her vakitte bir sel gibi mescide akın ediyorlar. İkincisi ise Medine’de çok yoğun bir ticari hayat hüküm sürüyor. Ticareti çok mu seviyorlar?

H.AĞIRKAN: Evet, bu gözlemleriniz doğrudur. Biraz önce Mescid-i Nebevi’nin faziletlerinden, orada namaz kılmanın başka yerdeki namaza göre bin kat daha sevap olduğundan söz ettik. Yine tekrar edelim, hadisi şerifte, Ravza-i Mutahhara’da namaz kılmanın cennette namaz kılmak gibi olduğu zikrediliyor. Medine’de mukim olan her Müslüman için bu bir avantajdır. Bunu mescitte kılmaya gayret eder. Elhamdülillah bizler de aynı şekilde bu manevi imkândan istifade etmenin gayreti ve çabası içerisindeyiz. Ben şahsen burada olmayı Cenab-ı Hakkın bir nimeti olarak görüyorum.

Ticaret konusuna gelince,  Mekke ve Medine’de ticaretin çok eskilere dayanan bir geleneği vardır. İslamiyet’ten önce, cahiliye çağında bile yoğun bir ticaret hayatı olduğu, kervanlarla Arabistan dışına bile seferler düzenlendiği kaynaklarda ifade edilir. Bir de şu var. Hac ve Umre sezonunda yoğunlaşan Hacı trafiğine paralel olarak, alışveriş trafiği de yoğunlaşıyor.

M.BAHSİ: Ticaret deyince, şüphesiz her hacının satın alıp götürdüğü hediyelerin başında hurma vardır. Hurma türleri, hurmanın faydaları hususunda bir şeyler söyleyebilir misiniz?

H.AĞIRKAN: Mekke Medine denince akla hurma gelir. Hurma buranın vazgeçilmez bir ürünüdür. Aynı zamanda çok da şifalı bir nimettir. Hurmanın çok çeşitleri vardır. Arabistan’da 350 çeşit hurma yetiştirilmektedir. Bunların en makbul olanı “Acve”denilen türüdür. Buna halk arasında Peygamber hurması denilir. Acve yalnızca Medine civarında yetiştirilmektedir. Hz. Peygamberin “Her kim sabahleyin aç karnına 7 tane Acve hurması yerse o gün nazar ve zehirlenmeden muhafaza olur” buyurduğu rivayet olunur. Acve Medine dışında yetişmediği için çok kıymetlidir ve fiyatı da biraz yüksektir. Kalite yönünden ikinci sırada “Amber” tabir edilen hurma çeşidi gelir. Bizim Türk hacıları ise daha çok “Mebrun” denilen hurmayı tercih ediyorlar. Bunun fiyatı biraz daha hesaplı ve kurtlanma riski de hemen hemen yok gibidir.

Kısaca hurmanın faydaları bir tıp dergisinde şöyle sıralanmıştır.

1)Hurma rahim adalelerini güçlendirir. Doğumu kolaylaştırır.

2)Meyve şekeri ihtiva ettiği için vücuda zindelik verir.

3)E vitamini içerdiği için gece körlüğünü önler.

4)Sinirleri yatıştırır ve sükûnete erdirir.

5)B1 vitamini ihtiva ettiği için vücut adalelerini güçlendirir.

6)B2 vitamini ihtiva ettiği için karaciğer hastalıklarını önler.

7)Bağırsak tembelliğinin ve kan zayıflığının ilacıdır.

M.BAHSİ: Hocam bir soru da sosyal hayatla ilgili… Türkiye’de olduğu gibi burada da ailece gidip gelme gibi insani münasebetler oluyor mu?

H.AĞIRKAN: Tabii ki oluyor. Ancak burası Müslüman âleminin merkezi olduğu için her milletten insanlar yaşıyor. Bizler daha çok Türkiye’den gelip burada yerleşmiş olan kardeşlerimizle hemhal oluyor, gerektikçe birbirimize gidip geliyoruz.

M.BAHSİ: Galiba her yıl memlekete izine gidiyorsunuz?

H.AĞIRKAN: Hamdolsun hemen hemen her sene gideriz. Ancak izin bitmeden tekrar Medine’ye dönme ihtiyacı duyuyoruz. Çoğu kez izin bitmeden geri dönüyoruz. Medine’ye yaklaştığımız zaman ise heyecanlanıyoruz, gözlerimiz yaşarıyor, ağladığımız oluyor.

M.BAHSİ: Medine’yi özlüyor musunuz?

H.AĞIRKAN: Aynen öyle… Bir şey bizi Medine’ye çekiyor. Bu izah edilemez bir duygudur. Medine’yle ilgili Allah Resulünün birkaç hadisini söyleyeyim, bunlardan biri “Medine müminler için daha hayırlıdır” Bir diğeri ise “Medine’de ölebilenler ölsün, Medine’de ölenlere şefaat edeceğim” şeklindedir.

M.BAHSİ: Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz?

H.AĞIRKAN: Rabbimin takdiri ile biz buraya hicret ettik. Burada huzur ve güven içinde yaşayıp gidiyoruz. Hamdolsun her yıl memlekete gidip geliyor; sıla-ı rahm yapıyoruz. Eş dost hısım akraba ziyaretinde bulunuyoruz. Ancak günlük duamız da şudur; Medine’de iman ile ölmeyi, Cennetü’l Baki’de defnolmayı, Efendimizin şefaatine nail olmayı, cenneti alada onun gül cemalini görmeyi, Rabbimizden talep ediyoruz; günlük duamız budur.

M.BAHSİ: Hocam son olarak ne söylemek istersiniz?

H.AĞIRKAN: Memlekete selam götürünüz. Rabbim cümle müminlerin ayaklarını ve gönüllerini buradan kesmesin.

M.BAHSİ: Hocam Allah razı olsun. Sizi yorduk ve külfet verdik. Bizleri hanenizde sohbetinizle ağırladınız; onur bahşettiniz, teşekkür ederiz.

H.AĞIRKAN: Estağfurullah, asıl ben teşekkür ederim. Siz de bizi ve hanemizi şereflendirdiniz. Allah’a emanet olunuz.

 

Söyleşi: Mehmet Bahsi
Dört Mevsim Niğde dergisi
Yaz 2013