Necip Fazıl'a dair notlar, hatıralar, tespitler...

27.05.2013 18:24:00
Necip Fazıl


NECİP FAZIL NİĞDE’YE GELDİ
                                                                       
       Baharın yaz ayına geçeceği son günlerde her zaman olduğu gibi “Delta” marka radyomu kulağıma dayadım. “Şimdi haber” diyordu sunucu..
 
    “Sayın dinleyiciler bugün 25 Mayıs 1983. Büyük Şair Necip Fazıl KISAKÜREK vefat etti. Radyo elimden yavaşça aşağı doğru sıyrılarak yere düştü. Sunucu habere devam ediyordu fakat ben en yakın bir dostunu kaybetmiş birisinin duygu yoğunluğu içinde donup kalmıştım.
 
    İmam Hatip Lisesinde öğrenciyken edebiyat öğretmenimiz bize öyle anlatmıştı ki Üstad’ı belki de aileden biri olmuştu. Kah Sakarya Türküsü, kah Çile, kah Kaldırımlar, kah Zindandan Mehmed’e Mektup… Öğretmenimiz dersini anlatır. Bazen beklediğini alamazsa kendini manevi sorumluluktan kurtardığını ima için büyük şairden “Utansın” adlı şiiri okurdu.
 
Tohum saç, bitmezse toprak utansın! 
Hedefe varmayan mızrak utansın! 

Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen! 
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın! 

Eski çınar şimdi Noel ağacı; 
Dallarda iğreti yaprak utansın! 

Ustada kalırsa bu öksüz yapı, 
Onu sürdürmeyen çırak utansın! 

Ölümden ilerde varış dediğin, 
Geride ne varsa bırak utansın! 

Ey binbir tanede solmayan tek renk; 
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın


 
            Büyük Doğu Yayınlarından çıkan “Çile” adlı kitap kütüphanemizin en kıymetli kitaplarındandı. Her İmam-Hatiplinin aşrı şerif gibi ezberlediği “Zindandan Mehmed’e Mektup “şiirinin son mısraları bizi meydan mitinglerine götürüyordu. Kendimizi ezilmiş, horlanmış, ötekileştirilmiş olarak gördüğümüz her muamelede aydınlık yarınların müjdesi niyetine şu mısraları okurduk:
 
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! 
Ölsek de sevinin, eve dönsek de! 
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! 
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! 
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
 
 
Mizacı sert, sözleri hikmetli ve iğneleyici olan şairimiz her türlü sıkıntıyı çekmiş, hapis, sürgün, ötelenme… İnancından ve davasından asla taviz vermemiş. Hakkında sayısız davalar açılmış mahkûmiyetler verilmiş. 1959 yılında hapis mahkumiyeti için Niğde’ye gönderildiğini biliyor muydunuz?
            Askerliğimde Üstadın imdadıma nasıl yetiştiğini nakledeyim. Askerliği bitip teskere alacak olanlar adet üzere asker gazinosunda veda partisi düzenlerler. O gün bizim birliğin Nöbetçi Subayı Kolluğunu ben tutuyorum. Asker gazinosu tıklım tıklım dolu, üst rütbeliler ön koltuklarda, astsubaylar arkalarında, erat yan taraflarda. Sunucu asker programın akışıyla gidecek arkadaşlarını coşturuyor, komutanlara mikrofon tutuyor; türkü, şarkı herkes bir şeyler söylüyorlar, oynuyorlar derken mikrofonu bana tuttu sunucu:
  -Komutanım bir türkü de siz söyleyin!
Komutanlar, askerler hep bir ağızdan isteriz, isteriz diyorlar; alkışlar derken…
    Mikrofonu elime aldım. Sesler  kesildi herkes acaba hangi türküyü söyleyecek bana bakıyorlardı.Bir an beynimden hızla Üstadın “ Şarkımız” şiiri aklıma geldi.

Kırılır da bir gün bütün dişliler, 
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim. 
Gökten bir el yaşlı gözleri siler. 
Şenlenir evimiz barkımız bizim. 

Yokuşlar kaybolur çıkarız düze. 
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze. 
Sapan taşlarının yanında füze, 
Başka âlemlerle farkımız bizim. 

Kurtulur dil, tarih, ahlâk ve iman. 
Görürler nasılmış neymiş kahraman. 
Yer ve gök su vermem dediği zaman, 
Her tarlayı sular arkımız bizim. 

Gideriz nur yolu izde gideriz. 
Taş bağırda, sular dizde, gideriz. 
Bir gün akşam olur, biz de gideriz. 
Kalır dudaklarda şarkımız bizim.


 
     “Bir gün akşam olur, biz de gideriz” mısrasını “Bir gün teskere alır biz de gideriz” şeklinde okuyunca bir alkış tufanı koptu ki asker “teskere”  kelimesini duyunca zaten sevinçten uçuyor. Kendimi bir anda  omuzlarda buldum .
 
     Üstad hazır cevaplılığı ve nükteleriyle dinleyenlerini hayran bırakmıştır. Üstadın nüktelerinden birkaçı ile yazmızı bitirelim.
    “Üstadım hangi takımı tutuyorsunuz?diye soranlara “Kendimi zor tutuyorum”diyerek futbol takımı tutarak,münakaşası ve yorumlarıyla vakit öldüren zavallıları uyarmıştır.
Üstad yenilgi ve mağlubiyeti kabul etmezdi. Bir gün bir tren istasyonunda onun sinirli sinirli gezdiğini gören bir hayranı (bazı rivayetlere göre onu sevmeyen biri) sorar:
- Ne oldu Üstad, treni mi kaçırdınız?
Üstad böyle bir ithamı kabul eder mi? Treni kaçırmak bir eksiklik, bir yenilgidir.
- Kovdum gitti, der.
Bir yaz günü... Sofra kurulmuş, yemek yenilecek... Her şey hazır... Merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek, masanın üzerindeki içi su dolu "viski şişesi"ni görünce sorar:"Bu ne?" Cevap verir, oğlu;
"Baba; soğuk su için... Buzdolabına ancak bu şişeleri koyabiliyoruz da!"İtiraz eder üstad:"Olmaz!.."İzaha çalışır oğlu...
"Baba inan ki çok iyi temizledik, bol sabun ve kaynar sularla yıkadık."
Üstad yine "olmaz" der ve şu ibretli sözler dökülür ağzından:
" O halde oğlum; yarın lazımlık satan bir dükkâna gideceksin ve oradan el değmemiş bir lazımlık alacak, çorbanı da bu lazımlıkla içeceksin! İçebilir misin?
Elbette içebilirsin... Hiçbir mahzuru da yok.. Amma velakin; mantığın kabul etse de, ruhun kusar bu çorbayı!"
 
Ölüm yıl dönümünde Üstadı rahmetle anıyorum, mekânı cennet olsun diyorum. 


Ali Koç hatıralar ışığında yazdı...