Necip Fazıl için ne dediler?

23.05.2013 08:39:00
Necip Fazıl için ne dediler?




-NECİP FAZIL’A DAİR-

 

Türk şiirinin ve tefekkür tarihinin müstesna isimlerinden biri, Necip Fazıl Kısakürek’tir.

 

Kendine has duruşuyla semamızda bir yıldız gibi parlayıp durdu. Necip Fazıl, İnsana, eşyaya ve hadiselere bakışıyla; varolan anlayışların çok ötesinde, farklı algıları olan bir insandır.

 

Şiirini, derin anlamlar içeren kelimelerle adeta bir dantele gibi işledi. Ateşin ifadelerden, idrak sınırlarını zorlayan mana helezonları meydana getirdi.

 

O, kurulu mantık kurallarını yerle bir etti. Sözün tılsımlı terkibinden, hak ve hakikatin şiirini  yazdı. Beyninde bir kıymık gibi taşıdığı “mutlak hakikat”i bulma uğruna büyük mücadelelere girişti.


 
Yunus Emre gibi yollara düştü. Yıllarca beynini bir kıymık gibi kemiren sorulara cevap aradı, durdu.

 

Nihayet azgın dalgaların yorduğu, fikir burgularının, ruhunu delik deşik ettiği bu adam, bir limana sığındı. Bu limanda, ona; hayatının rotasını gösterecek bir kaptan bulunuyordu.

 

O kaptan, Abdülhakim Arvasi Hazretleriydi. Arvasi Hazretleri, tebliğ ve telkinleriyle; onun ruh köküne indi. Bu parlak zekâ, o bakışın tesiriyle, kendinde geçti.

 

“Bana sordular:

- Siz tasavvuftan bir şeyler biliyor musunuz? Okuduğunuz kitap oldu mu?

 

Bahriye mektebindeki hatıramı anlattım(Semaret-ül Fuad) ve (Divan-ı Nakşi)yi söyledim. Son zamanlarda da, karıştırdığım(Marifetname)… Nakşi divanının kimin eseri olduğu sualine cevap veremedim.

 

İşte, ateşten harflerle beynimi dağlayarak söyledikleri ilk fikir:

- Bu iş kitapla olmaz. Akılla da varılmaz… Hiç yemeğin lezzeti çatal bıçakla aranıp bulunabilir mi?”

(O ve Ben)

 

Mürşid-i Kamil, ona yol gösterdi, ışık tutu. Pusula verdi, Efendiler efendisine gidilecek yolun haritasını gösterdi ona.

 
O, “Efendim” “Kurtarıcım” dediği iki cihan serverinin iz süren bir kıtmiri olmayı kendine en büyük paye saydı.

 

Sonsuzluk Kervanı, “peşinizde ben,
Üç ayakla seken topal köpeğim!”
Bastığınız yeri taş taş öpeyim.
Bir kırıntı yeter, kereminizden!
Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben

 

Hz. Peygamberi çok sevdi. “Çöle İnen Nur” ile “Esselam” bu sevginin sayfalardan mürekkep terkibidir. Necip Fazıl, Türk-İslam tarihini  “Büyük Doğu” ideali içinde yeniden inşa etti.

 

Ömrünü bu mefkûrenin ilham veren aşkı içinde tamamladı. O, çilesini sabırla çekti. Fikir çilesinin azad kabul etmez bir kölesi olarak, o dev başını; oradan oraya taşıdı, durdu. Necip Fazıl, büyük adamlara yakışır bir eda ile; davasının kozasını ören şair ve fikir adamlarından biri olarak, tarihteki yerini almıştır.

 



Türk düşünce ve sanat tarihinin farklı isimleri, Necip Fazıl’ı şu ifadelerle değerlendirdiler:

 

  

Attilâ İLHAN;

“Necip Fazıl’ın şiirine büyük saygım vardır. Hece şiirini yerine oturtan iki şairden biridir.”

 

Mümtaz SOYSAL;

“Necip Fazıl’ın kavgalarına kızabilirsiniz, tutkuları konusunda farklı değer yargılarınız olabilir. Ama hiçbir şeyini sevmemiş olsanız bile, Türkçeyi sevdiğiniz için onun şiirini sevmişsinizdir.”

 

İlhan BARDAKÇI;

“İnsanı sarhoş eden bir Doğu ve Batı kültürü ve ikisinin inanılmaz güzellikteki sentezi onun beyninden yaratılıp dudaklarından ve kaleminden dökülmüştür.”

 

Doğan HIZLAN;

“Necip Fazıl’ın şiiri kadar, O’nun şiir kuramı da dikkate değer bir çalışmadır. Çünkü ruh ve madde iklimine nasıl yaklaşılacağı konusunda özgün bir örnektir.”

 
Sedat UMRAN;

“Necip Fazıl’ın şiirini, okuyana o derece çekici kılan faktör, onun böyle dipsiz bir derinlikten fışkırmış olmasındandır. Onlar ışığın aydınlatması, alevin yakması gibi bir fiziki olaydır, iyi ya da kötü yorumuna yer vermezler.”

 

Prof. Dr. Mehmet KAPLAN;

“Necip Fazıl, duygularına en uygun hayaller yaratmakta mâhir olan bir şairdir. Onun şiirlerinde imajlar bir süs veya kelime oyunu değil, fonksiyonları olan, duyguların mahiyetini ve şiddet derecelerini ifade eden vasıtalardır.”

 

Nurullah ATAÇ;

“Yarına kalacak tek şair: Necip Fazıl... Bence şimdiye kadar gelen şairlerin en büyüğüdür O...”

 

Prof.Dr. Kenan AKYÜZ;

“Necip Fazıl, Türk şiirinin en kuvvetli lirik şairlerinden biridir.”

 

Yaşar Nabi NAYIR;

“Bir mısraı bir millet şeref vermeye yetecek şair Necip Fazıl.”

 

Agah Sırrı LEVEND;

“Maddeyi ruhla dolduran, ateşi kanla söndüren Anadolu’yu, İstiklâl Savaşı’nın sırrını o zaman anlıyoruz. Millî Mücadelenin ruhunu bu kadar kuvvetle bize duyuran bir eserin(Tohum) henüz yazılmadığını itiraf etmek, en doğru hak tanımak olur.”

 

Bekir OĞUZBAŞARAN;

“Kabul etmek lâzımdır ki, edebiyatımızda iman adına onunki kadar cesur bir çıkış, gerçeği eğip bükmeden dosdoğru ve her neticeyi göze alarak, bir dünyanın yıkılışı ve bir başka dünyanın kuruluşu biçiminde, bir protesto ve bir meydan okuma tavrı içinde şu sözleri söylemek, ondan başka hiç kimseye nasip olmamıştır: “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;/ Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış...”


Prof. Dr. Ahmet KABAKLI;

“Zindan’dan Mehmed’e Mektup, hapishane hayatı ve çilesi üzerine yazılmış Türkçe şiirlerin en üstünü, şaheseridir. Necip Fazıl burada, hürriyetsizlik acısını, kendi üzerinde tutmayıp, bütün insanlığa, kaderin bütün mahkum kurbanlarına yayabilen bir üstünlük gösteriyor.”


Prof. Dr. Orhan OKAY;

“Necip Fazıl, bol çeşitli ve zengin yazı hayatında dil ve üslûp falsosu yapmadan, kalemiyle dilin kuyusunu kazan, böylece Türkçemizin de mimarî abidesini ortaya koyan sanatkârdır.”

 

Necip Fazıl Kısakürek Ahmet Hamdi TANPINAR;

“Birkaç defa düşündüm; her hayat davetinin önünde, yelesi taze keskin bir bahar kokusu ile kabanmış bir küheylân gibi burun delikleri açılıp kapanarak şahlanan bu genç adam, kendisini şiirin dar nizamına sokmamış olsaydı acaba ne olurdu? Belki, zaferini terennüm eden tunç boruların akislerini ufkun dört köşesinden üstümüze bir altın yağmuru halinde yağdıran bir kahraman, belki köksüz bir adam, belki de ve daha büyük bir ihtimalle sadece deli.”

 

Gürbüz AZAK;

“Necip Fazıl Kısakürek, zor yetişen, zor ulaşılan bir ummandır. Bu asrın Yunus’udur. Bir başka yönü de, Türk-İslam tefekkürüne yeni mecralar açması, ‘ekol Adam’ olabilmesi ve fikirde cesareti getirmesidir.”

 

Feyziye Abdullah TANSEL;

“Necip Fazıl’ın şiirlerinde samimiyeti veren, âşık tarzının hususiyetlerini daha canlı olarak yaşatan şiirler yazmasındandır.”

 

Nihat Sami BANARLI;

“Duyan düşünen insanın, kendi iç âlemine daldığı anlardaki tahassüslerine bir ifade kudreti ve musiki lezzeti vermesi demek olan bu şiirlerde, aynı zamanda derin bir ruh tahlilinin terennümleri duyulur.”

 
 

Beşir AYVAZOĞLU;
“Batılı bütün çağdaşlarıyla eşit seviyede konuşurdu. Hiçbir zaman bir üçüncü dünyalı gibi ‘mazlum’ edası takınmadı, büyük bir imparatorluğun ve büyük bir kültürün mirasçısı, daha da önemlisi, büyük bir dinin mensubu olduğunun şuurundaydı, bunun için mağrur ve kendinden emindi. Şiiri de erkek sesli, yani yakınan değil meydan okuyan bir şiirdi.”
 
 
Mustafa MİYASAOĞLU;
“Necip Fazıl ne sadece şairlerden bir şair, ne de cerbezeli konuşmalarıyla kitleleri sürükleyen hatiplerden bir hatiptir. Onun şiiri Cumhuriyet döneminde yetişen bütün önemli şairlerde iz bırakmış, düşüncesi de her türlü fikrî veya siyasî hareketleri etkilemiştir.
 
Tiyatro eserlerinde metafizik meseleleri ortaya koymasıyla, sanat eserinde kendine özgü felsefe geliştiren Shakespeare, Goethe, Stinberg, İbsen, ve Albert Camus gibi benzer bir nev’i şahsına münhasır bir metot izlemiş, Bir Adam Yaratmak, Para, Reis Bey gibi tiyatro eserlerinde büyük dram yazarlarına özgü evrensel mesajlar ortaya koyabilmiş nadir ustalardan biridir.
 
Cervantes, Dostoyevski, Tolstoy ve Faulkner gibi eserlerinde dinden yola çıkan farklı bakış açısıyla dikkati çekmiş, çağdaşlarından T.S. Eliot ve Muhammed İkbal gibi geleneği dönüştürme ve kendine özgü bir ifadeye kavuşturmada önemli bir tavrın sözcüsü olmuştur.”
 
 
 
Mehmed NİYAZİ;
“Konferans verdiği kalabalıkları coştururken nasıl vakarını korursa ellerini kelepçeli, polislerin arasında yürürken başını dik tutmasını bilirdi. Mevki, ikbal sahiplerine şirin görünmek için söz etmezdi; inandığını söylerdi. İnsanları makamlarına göre de tasnif etmezdi. Onun için en değerli insan inanmış insandı. Kendisini de onlara emanet etti.”
 
 
 
Süreyya BERFE;
“Necip Fazıl Kısakürek, edebiyatımızda benzeri olmayan bir şair, yazar düşünce-dava-mücadele adamıdır. Son nefesine kadar yaşadıkları ve yazdıklarıyla derin bir muhasebe yapan bir ‘edip’ daha yok.”
 
 
 
Olcay YAZICI;
“Necip Fazıl Kısakürek, her şeye rağmen, şiiri toplumun büyük bir kesimine sevdirmiş; estetik hassasiyeti köreltilmiş, her şeye rağmen kalabalıklara yeniden millî ve yerli bir tefekkür idraki kazandırmıştır.
 
Necip Fazıl, güçlü şiirleri, sarsıcı sosyal tenkitleri ve çarpıcı siyasî tespitleriyle ‘yeni ve yerli bir toplum anayasası, vahiy orijinli bir cemiyet nizamı/pratiği (ideolocya örgüsü) oluşturmaya çalışmıştır.”
 
 
 
Mustafa ÖZÇELİK;
“Necip Fazıl fikir ve sanat haysiyetimizdi. Yükselen gür sedamızdı. Varlığıyla güven duyduğumuz, yüreğimizi umutla doldurduğumuz bir önderdi. Şiirimizin sağlam yolunu o açmıştı.
 
Dost ve düşman kutuplar arasında bir tavır insanıydı, İslâm’ın izzetiyle oynayan en ağır cevabı ondan alırdı. İkbal endişesi, okunurluk kaygısı gütmeden, bütün gerçekleri açıkça yazan, yanlışları sorgulayan biriydi.”
 
 
Oğuz DEMİRALP;
“Necip Fazıl bir kültür vakasıdır. Yirminci yüzyıl Türk tarihinin bu özgün kişiliğinin beni en çok çeken yönü şairliği, yalnızca şiirleriyle sınırlı olmayan, tiyatro yapıtlarında, düzyazısında da gördüğümüz söz gücü olmuştur.
 
Türkçenin doğallığını, akıcılığını yakalamış, o sesin içine kendi benliğini yabancılık yaratmadan, kulağı, aklı, gönlü tırmalamadan katabilmiş bir şiir ustasıdır.”
 
Sezai KARAKOÇ;
“Üstad Necip Fazıl, eseri, sözleri, davranışları ve jestiyle bir bütün olarak düşünülmesi gerekli bir şahsiyettir. Bölünmez, parçalanmaz bir bütün Necip Fazıl’ın şairliğini düşünürlüğünden, düşünürlüğünü gazeteciliğinden, gazeteciliğini yaşantısından ayırıp düşünemezdiniz.
 
Bunların arasına bir mesafe koyamazdınız. Süreklice yaşıyordu şiiri, düşünceyi, din ve ahlak geçmiş ve gelecek düşüncesini. Necip Fazıl demek, öyle bir kumaş demek idi ki onda bütün bu saydıklarımdan iplikler birbiriyle iç içe dokunmuşlar.
 
En soyut bir düşünceden en somut bir eyleme geçiş mümkündü onun diyalektiğinde. Çünkü: tümünü, tek bir sentez halinde yaşıyordu. Işık gibi. Som mermer gibi.”
 

Kibar Ayaydın