Sıcak ekmek misali bir hikâye

14.03.2013 12:12:00
Sıcak ekmek misali bir hikâye

 
              BİR PARÇA EKMEK
 
   Gece yarısı herkes uykudayken yemek yemek de neyin nesiydi? Acıkmıştı ve karnı doymadan uyuyamazdı. Kendini tanıyordu, geçenlerde aç şekilde yatağına girmiş bir o yana bir bu yana dönüp durmuş. sonunda yemek masasında almıştı soluğu. Yemekten sonra ise midesinde bir yanma hissetmiş gece boyu televizyon kanallarında ne var ne yok izlemişti. Sabah da işe,  sersem gibi gitmiş, akşam olup da mesai bitene kadar masa başında uyuklayıp durmuştu. Öyle ki iş arkadaşları onun bu halini fark edince gün boyu onunla şakalaşmıştı.
   Ayten Hanım birinin bir açığını görmeye görsün. Hemen onu, diline dolar, küçücük bir açıktan kocaman espriler çıkarır, ardından da sinir bozucu şekilde kahkaha atardı. Bu sıkıcı iş yerinde güne renk katan tek şey de onun kahkalarıydı aslında.
   Ne olursa olsun yemek  yemeye karar veren genç adam, buzdolabını yokladı. Yiyecek bir şeyler göremeyince dolabı kapattı. Sonra tekrar açtı… Midesinin ziline buzdolabından çıkan uyarı zili eşlik ediyordu. Dolabı açık bıraktığını fark eden adam dolabı kapatırken içinden iki de yumurta aldı.
   Rahmetli anacığının teheccüt namazı kıldığı şu saatlerde yumurta yemek iyi fikir miydi? Karnı mı açtı yoksa vakit geçirmek için mi mutfaktaydı? O da bilmiyordu.
   Yumurtayı pişirmiş, masaya tavayı koymuştu. Karnının aç olmadığına karar verdi ve tavayı öylece bırakıp odasına çekildi.
   Dün akşam telefonuna kurduğu alarm çalmaya başladı. Genç adamın uyanmaya hiç mi hiç niyeti yoktu. Gözlerini açmadan telefonunun bir tuşuna dokundu, alarm sustu. Aradan beş dakika geçmedi ki,  alarm sesiyle yeniden uyandı. Alarmı bu kez bilinçli olarak kapattı. Yatağından doğruldu ve saate baktı. ‘Hazırlanmam gerek’ diye mırıldandı.
   Gece doğru düzgün uyuyamamıştı. Sabah da uyanmak istemiyordu; ama uyanmalıydı. Ayten Hanım’ın diline dolanırdı yoksa. O’ndan çekindiğim kadar müdür beyden çekinmiyorum.’ dedi ve kendi kendine güldü. Bir yandan elindeki peynirli ekmekten ısırıyor bir yandan da ayakkabısını giyiyordu.
   Ayten Hanım çok güler yüzlü bir kadındı. Sabahları gelirken orada çalışanlara elleriyle yaptığı börek, çöreklerden ikram eder, derdi olanı dinler, neşeli olanın neşesine ortak olurdu.
   Elindeki ekmek bitmişti.  Son lokmasını çiğnerken, zihninden birçok düşünce geçiyordu. ‘Allah kahretmesin’ diye mırıldandı.
    Her sabah istisnasız yakalandığı kırmızı ışığa bu sabah da yakalandı. Bu ışık çok garipti ona göre; çünkü kırmızı yandı mı sönmek bilmiyordu. İnsanın içinde küllenen dertler de bu ışık gibiydi, yandı mı sönmüyordu.
  Adam, çalan telefonunu çıkardı zar zor cebinden. Hala  07:00’ye kurduğu alarm çalıyordu. ‘Hay aksi, ben ertele tuşuna mı basmışım gene, ya toplantı da falan çalsaydı’ dedi ve alarmı kapattı. Telefonunu çıkardığı cebine tekrardan koydu. Bu sırada kırmızı ışık nihayet sönmüş yeşil ışık yanmıştı. Yeşil ışığın yandığını lambaya bakarak anlamamıştı; buna gerek duymadı da. Çünkü sarı ışık yanar yanmaz arkasındaki araçlardan kulakları delercesine bir korna sesi yükselmişti. O da hafifçe kornaya bastı ve yola devam etti.
   Şu trafik sorunu çözülse ne güzel olurdu. Her sabah aynı çileyi çekiyordu insanlar. ‘Amaaan  sabah sabah oturdum neyi düşünüyorum’ dedi ve arabasının radyosunu açtı.
   Sabah haberini dinleyen genç adam, bir yandan da hayallere daldı. haberden sonra çıkan bisküvi reklamının müziği ile irkilen adam arabasının camını indirdi, kolunu dışarı çıkardı ve bu sabah yakalandığı ikinci kırmızı ışığa gözlerini dikti. Saniyeler geçiyor, dakikalar geçiyor; ama kırmızı ışık bir türlü sönmüyordu. Genç adam, “Saniyeler gibi ömrüm de akıp gidiyor.” diye mırıldandı.
   Çalan telefonunu bir hışımla çıkardı cebinden. Uyanmak için kurduğu alarmın devamlı devamlı çalması sinirine dokundu.  Yalnız bu sefer çalan, alarm değildi, biri arıyordu.
-Alo!
-Aaa sen miydin be ağabeyim, nasılsın?
- Hayrola başkasının aramasını mı bekliyordun?
-Yok be ağabey, kimi bekleyeyim. Sabah uyanayım diye telefonuma alarm… Neyse  ağabey hayırdır? Bir tasa falan mı var yoksa?
-Yok be oğlum, sakin ol. Hal-hatır sorayım diye aramıştım; ama senin aklın gene karışık gibi. Yanlış zamanda aradım galiba.
-Ağabey n’olur kusuruma bakma, gece uyku tutmadı, şimdi de sersem gibiyim…
-Ah gençlik…. Hadi selametle kal, sen ayılınca ben gene ararım seni.
-Ağabey?
-...
   Bu sabah her şey ters gidiyordu. Alarma kızgınlığı geçmişti ki, ağabeyine rezil olduğu düşüncesi yedi bitirdi bu kez onu. Ve nihayet yeşil ışık yandı. Hızla ilerledi.  
   İş yerine geldiğinde kendisi dışında herkesin masasında yerini almış olması sinirini bozuyordu artık.  Herkes vakitlice gelebilirken, o neden hep geç kalıyordu. Bu yüzden patronundan yediği fırçanın haddi hesabı yoktu.
Bütün bu düşünceleri kovdu ve yüzüne bir gülümseme ekledi.
-Günaydın…
-Günaydın Zafer.
-Günaydın Ayten teyze.
-Nasılsın bugün oğlum?
-İyiyim. Siz?
-Ben de iyiyim çok şükür de, sen iyi değilsin sanki. Sıcacık poğaça getirdim kahvaltıya. Seni bekledik.
-Allaaaaah… Zamanında desene be ablam poğaça yaptım diye…
Bunu içinden gelerek değil, laf olsun diye demişti; ama Ayten Hanım’ı mutlu etmeye yetmişti bu söz.
   Ayten Hanım o meşhur kahkasını patlattı. Herkes gülüyordu; o da gülüyordu; ama düşünceliydi. Sıcacık sohbete kapı aralayan Ayten Hanım sözler arasında ebeleme oyunu oynuyordu sanki…
-Poğaçalar sıcacık değil mi?
-Ellerine sağlık ablacığım. Hem sıcak hem de yumuşacık pamuk gibi.
-Birçok şeyin sıcağı evla değil mi çocuklar?
   Bu beklenmeyen soru karşısında herkes şaşkındı. Sessizliği bozan Ayten Hanım oldu.
    Fırından yeni çıkmış sıcacık simide kim hayır der, ya sıcak tavşan kanı sıcak çaya kim hayır der? Sıcak çikolata ekseriyetle sevilir. Sıcak ekmeğe tere yağı sürmek çocukluğumuzun vazgeçilmez tadıydı. Sıcakkanlı insanlar toplumun en sevilenleridir. Soğuk kış günlerinde sıcak bir tas çorba ya ne demeli? Gene çetin kış günlerinde sobanın sıcaklığına sığınmalarımız…
    Oradaki herkes, Ayten Hanım’ın  ‘sıcak’ kelimesiyle alakalı bu kadar çok cümleyi peş peşe nasıl sıraladığını düşünüyordu.
    Ta ki, içlerinden biri, “Sıcacık muhabbetinizi bölüyorum; ama müdür  bey sizi çağırıyor Zafer Bey” deyinceye kadar.
   Koca bir gün sona ermişti… Kendini çok yorgun hissediyordu. Arabasından indi. Evde ekmek olmadığı aklına gelince, az önce kilitlediği arabasına tekrardan bindi.
   Markete girdiğinde kulaklarında,  Ayten Hanım’ın bugün  “ekmek” hakkında söyledikleri çınlıyordu.
   “Yavrularım… Size yavrularım diyorum; çünkü hepiniz benim evladım yaşında, körpecik gençlersiniz. Sizin ömrünüz çok olsun… Güle oynaya ağzımızda çiğnediğimiz her lokma ekmeğin de, aldığımız her nefesin de Allah’ın bir nimeti olduğunu sakın ha unutmayın. İsraftan kaçının. Allah Teala biz helal yoldan yemeyi emrederken, taşkın olmayı yasaklıyor. Hamdolsun alemlerin rabbine, bakın bugün de doyduk.”

           
   Ekmeği israf etmek… İçinde büyük bir sızı hissetti. Alışveriş sepetine doldurduğu birçok şeyi gereksiz buldu ve tek tek raflarına dizdi. Eline bir ekmek aldı ve kasaya geçti. Öyle dalgındı ki, kasiyer kıza verdiği paranın üstünü almadan marketten çıkmış, “Hey delikanlı, kasiyer kız arkandan bağırıyor.”  diyerek omzuna dokunan el sayesinde markete dönüp, parasını almıştı.
   Aldığı ekmeğin ucundan yemeye başladı. Öyle ki eve geldiğinde elindeki ekmekten azıcık bir parça kalmıştı. Mutfağa girdiğinde kulağında aynı cümle yankılanıyordu: “Ekmeği zayi etmeyin evlatlarım”
   Dün gece masaya koyduğu tava, çıkardığı kahvaltılıklar ve ekmek sepeti öylece duruyordu.  Ayten ablasının ekmek hakkında söylediği her söz nedenini bilmeksizin canını yakıyordu. Hemencecik masayı topladı ve yatağına uzandı. Çok uykusu vardı, düşüncelerden  kurtulmak ve bir an önce uykunun boynuna atılmak istiyordu.
   Erkenden uyuduğu için daha iş için kurduğu saat çalmadan gözlerini açtı. Hala rüyasının etkisindeydi. Hemen telefona sarıldı ve Ayten Hanım’ı aradı. O’na acil anlatmak istediği şeyler olduğunu, bugünlük işe erken gelebilmesinin mümkün olup olmadığını sordu. Aldığı olumlu yanıt üzerine, hazırlanmaya başladı. Evden çıkarken çok aç olduğunu hissetti. Tekrar eve girdi, mutfaktan dün marketten aldığı ekmeğin kalan parçasını aldı ve büyük iştahla ısırdı.
   Rüyasını anlatmayı bitirdiğinde yardım isteyen gözlerle Ayten Hanım’a baktı. Ayten’in başı önüne eğikti, gözleri de nemliydi. Elinin tersi ile gözlerindeki yaşları sildi ve şunları söyledi:
“Oğlum, hani dün de konuştuk ya, Allah kuluna nimet verir; ama kulunun o nimeti iyi kullanmasını ister. Verdiği nimete teşekkür mahiyetinde şükredilmesini ister diye. Anlattığın bu rüya bana kızma, kırılma; ama senin sanki azıcık ekmeğe değer konusunda eksikliklerin olduğu izlenimini verdi. Sakın üzülme, Allah seni seviyor ki,  iş işten geçmeden,  o dehşetli gün gelip çatmadan seni uyarmış. O’na ne kadar şükretsek az.”
  Zafer, Ayten Hanım konuşurken, son bir hafta yaşadıklarını düşünüyordu. Yaşanan her şey saniyesi saniyesine gözünün önünde tekrar tekrar sahneleniyordu .
“Ekmek büyük nimet” diye mırıldandı ve yüzünü yıkamak için müsaade aldı.
   Hava kararmıştı ve çok soğuktu. Evine girdiğinde çok heyecanlıydı; çünkü nişanlısından ayrıldığından bu yana ilk defa bir şeyler karalayacaktı. Kabanını dahi çıkarmakla vakit kaybetmek istemedi, hemen çalışma masasına geçti.
   Kalbinden damıttığı cümleleri, şu şekilde dile getirdi: “Hayatınızın her anında yanınızda olmamı istiyorsunuz, benim için kavga ediyor, birbirinizi üzüyor hatta savaşıyorsunuz. Birçok işinizi ben olmadan halledemiyorsunuz. Bütün arzularınızdan kendinizi alıkoyabiliyorsunuz; ama ben olmadan yapamıyorsunuz.
   Cenab-ı Allah sizi bana muhtaç olmaya meyyal yarattı. Boşluğumu hemen  hiçbir şey doldurmaz. Bana yaptığınız saygısızlıklar ise Yüce Rabbe nankörlük-şükürsüzlük addedilir.            Kim Allah’a iyi bir kul olmayı talep ederse, bana hak ettiğim değeri versin. Kim Allah’a sevgili olmayı talep ederse,  beni bulduğunda şükretsin yokluğumda ise sabretsin.     Sabır.. En iyi silah… Yokluğumda “sabır” kılıcını kuşanan kullarını Cenab-ı Allah sever, sevdirir… Yokluğumda “sabır” ı küçümseyip “isyan” kılıcına sarılanlar ise muhakkak ki,  nefisleriyle olan savaşlarını kaybedip hüsrana uğrayanlardır… Yüce Allah teşekkür edilmeye en layık olandır. O’na çokça şükredin. "Öyleyse siz Beni zikredin ki Ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin." (Bakara, 2/152) buyuruyor Yüce Allah.
   Kim miyim? Ben ‘ekmek’
  Yaydan hızla fırlayan bir ok misali, kaleminden bir anda fırlayan bu cümleleri tekrar tekrar okuduktan sonra yavaşça defterini kapadı. Defteriyle beraber, gözlerini de kapadı ve başını  defterinin üzerine koydu.  Mesai boyunca onu kovalayan uyku, onu masasının başında yakaladı…


                                                                                        
   Mine Taşdemir yazdı...